İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, iklim adaletinin görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek olduğunu belirtiyor ve haftanın iklim haberlerini derliyor.
İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Geçtiğimiz hafta içinde yaşanan iklim olayları ve haberleriyle yine karşınızdayım. Geçtiğimiz haftalarda programlarımdaki aksaklıklar için özür dilemek istiyorum öncelikle çünkü ülke değiştirdim ve yerleşmek biraz zaman aldı. Şu anda üniversite eğitimimi medya ve iletişim üzerine sürdürmek için Budapeşte’deyim artık. Apaçık Radyo için de programlarımı buradan sürdürmeye devam edeceğim.
Şimdi, önümüzdeki yarım saat içinde haftanın iklimine bakalım o zaman….
Büyük petrol üreticisi ülkelerde yapılan iki yıllık COP'ların ardından, COP30 bu eğilimi kıracak gibi görünüyordu ancak Brezilya da bu hafta OPEC ülkeleri arasına katılarak ülkenin büyük bir petrol devletine dönüştüğünün işaretini verdi.
Ülkelerin yarısından fazlası, üç yıldan kısa bir süre önce 30x30 Küresel Anlaşması'nı imzalamalarına rağmen, Birleşmiş Milletler'e sundukları planlarda 2030 yılına kadar kara ve denizlerinin %30'unu doğa için koruma taahhüdünde bulunmadı.
Başkan Luiz InácioLula da Silva, Amazon ormanlarının yok edilmesiyle mücadele etmek ve yerli halkların haklarını korumak için çalışmış ancak yeni petrol gelirlerinin ülkenin yeşil enerjiye geçişini finanse etmek için kullanılabileceğini de söylemişti. Son zamanlarda ise Lula, ülkenin çevre düzenleyicisini gezegenin en büyük biyolojik çeşitliliğe sahip bölgelerinden biri olan Amazon Nehri Deltası yakınlarında keşif amaçlı sondaj yapılmasına izin vermeye zorladı.
ABD Enerji Enformasyon İdaresi'ne göre Brezilya, günde yaklaşık 4,3 milyon varil ile dünyanın yedinci en büyük petrol üreticisi. Bu küresel üretimin %4'ü demek oluyor. Ham petrol, geçen yıl soya ihracatını geçerek Brezilya'nın en büyük ihracatı haline geldi.
ABD ise günde yaklaşık 22 milyon varil petrol üreterek dünyanın en büyük petrol üreticisi konumunda. Buna karşılık OPEC'in en büyük üreticisi olan Suudi Arabistan, yaklaşık 11 milyon varil üretiyor.
Rio de Janeiro Federal Üniversitesi'nde kimya profesörü olan petrol uzmanı Luís Eduardo Duque Dutra, Brezilya'nın enerji konseyinin Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı ve Uluslararası Enerji Ajansı üyeliğini de onayladığını söyledi. Associated Press'e konuşan Dutra, “Bu, ülkenin açık deniz petrol rezervlerini geliştirdikten sonra artan önemine, rüzgar ve güneş enerjisi potansiyeline uygun olarak küresel durumu takip etmeye yardımcı oluyor,” dedi.
Başkan Luiz InácioLula da Silva'nın Brezilya'nın petrol üretimini arttırmaya yönelik ilgisi, ülkenin 2025’in Kasım ayında COP30'a ev sahipliği yapmaya hazırlandığı sırada eleştirilerle karşılandı. Associated Press'in haberine göre, İklim Gözlemevi sözcüsü Suely Araújo, “Brezilya'nın herhangi bir OPEC organına girmesi hükümetin gerilemesinin bir başka işaretidir,” dedi. Araújo, yeni alanların fosil yakıt aramalarına açılmasının 'bugün ve gelecek için büyük bir zorluk karşısında geçmişten gelen çözümleri seçtiğimizi gösterdiğini' de sözlerine ekledi.
Ülkemizde pek bilinmeyen ancak küresel olarak ülkelerin imzaladığı 30x30 taahhüdü var. 30’x30, hükümetlerin 2030 yılına kadar dünyanın kara ve okyanus alanlarının %30'unu koruma alanı olarak belirlemelerini amaçlayan dünya çapında bir girişimdir.
Ülkelerin yarısından fazlası, üç yıldan kısa bir süre önce 30x30 küresel anlaşmasını imzalamalarına rağmen, Birleşmiş Milletler'e sundukları planlarda 2030 yılına kadar kara ve denizlerinin %30'unu doğa için koruma taahhüdünde bulunmadı.
Aralık 2022'de neredeyse tüm dünya ülkeleri, 10 yılın sonuna kadar 'Dünyanın kara ve denizlerinin %30'unun doğa için korunması' konusunda anlaşmıştı. 30x30 olarak anılan bu taahhüt, Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi'nin hedefidir ve genellikle Paris Anlaşması'na benzetilir.
Ancak, Carbon Brief ve The Guardian tarafından bu belgelerin analizine göre, Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi'nin hedeflerine nasıl ulaşacaklarını özetleyen Birleşmiş Milletler planlarını sunan 137 ülkeden 70'i yani %51'i kendi sınırları içinde 30x30 taahhüdünde bulunmuyor. Bunun yerine bu ülkeler, ya topraklarının daha düşük bir yüzdesini doğa için korumayı taahhüt ediyor ya da sayısal bir hedefi açıkça taahhüt etmiyor yani yine aynı Paris Anlaşması'nda olduğu gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Analiz, Birleşmiş Milletler planlarında 30x30 taahhüdünde bulunmayan ülkelerin, dünyanın kara yüzeyinin üçte birinden biraz fazlasını temsil ettiğini gösteriyor.
Listede Endonezya, Peru ve Güney Afrika gibi dünyanın doğa açısından en zengin ülkelerinin yanı sıra Finlandiya, Norveç ve İsviçre gibi gelişmiş ülkeler de yer alıyor.
Carbon Brief ve The Guardian'a konuşan bir delege, kendi sınırları içinde 30x30 hedefine ulaşmanın 'son derece zor' olacağını söylerken, bir diğeri özellikle gelişmekte olan ülkelerin küresel hedefe ulaşmada 'gereksiz yere ağır bir yükle' karşı karşıya kalmaması gerektiğini söyledi. Bir uzman ise soruşturmanın 'pek çok ülkenin yerel koruma taahhütleri konusunda yeterince iddialı olmadığını ve bunun sonucunda da küresel 30x30 hedefine ulaşma yolunda ilerleyemediğimizi' gösterdiğini dile getirdi.
2022'deki COP15 doğa zirvesindeki ülkeler, genel amacı 2030'a kadar biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak ve tersine çevirmek olan geniş bir hedefler ve amaçlar dizisi olan Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi'ni kabul ettiler.
Ülkelerin 2030 yılına kadar dünyanın 'en az' %30'unun korunan alanlarda olmasını veya diğer koruma önlemleri ile yönetilmesini, '30x30' sağlamasını öngören Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi'nin üçüncü hedefi, birçok kişi tarafından anlaşmanın amiral gemisi olarak görülüyor ve önemini vurgulayan makale ve konuşmalarda Paris Anlaşması'nın 1.5 ℃ sıcaklık hedefine benzetiliyor.
Carbon Brief ve The Guardian'ın araştırmasına yanıt veren, 30x30 hedefini savunan bir grup olan Campaign for Nature'ın direktörü Brian O'Donnell,"Pek çok ülke yerel koruma taahhütleri konusunda yeterince iddialı davranmadı ve sonuç olarak şu anda toplu olarak küresel 30x30 hedefine ulaşma yolunda değiliz. Bu durum endişe vericidir ve dünyayı rayına oturtmak için harekete geçilmelidir," dedi. Bu hedefin doğrudan finanse edilmesi gerektiğini ifade eden O'Donnell, "30x30 taahhütlerinin Birleşmiş Milletler tarafından daha üst düzeyde desteklenmesi gerekmektedir," diye de belirtti.
Türkiye’den bir haber var sırada. Biliyorsunuz, uzun zamandır beklenen İklim Kanunu, Meclis'e geldi. Türkiye'nin iklim alanında çalışan 15 sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren İklim Ağı, TBMM'ye sunulan ilk İklim Kanunu teklifine dair yaptığı açıklamada, eksikliklere dikkat çekerek, kanun teklifinin yeniden düzenlenmesini talep etti.
Hem doğayı, hem insanları, hem de iklimi koruyan bir yaklaşım için İklim Ağı; şeffaf, sivil toplumu sürece dâhil eden ve hesap verebilir, sera gazı emisyonlarını bugünden itibaren azaltmayı hedefleyen, fosil yakıtları yerin altında bırakan, biyolojik çeşitliliği ve doğal sistemleri koruyan, adil geçiş mekanizması oluşturan bir İklim Kanunu talep ediyor.
İklim Ağı'nın kanun teklifine dair yeniden düzenlenmesini talep ettiği eksiklikler ise şu şekilde:
- İklim Kanunu sadece çevreyle ilgili bir düzenleme değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik ve sosyal geleceğini de belirleyecek kritik bir adım. Ancak, kanun teklifi hazırlanırken bilim insanlarının ve iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine başvurulmadı. Ayrıca STK'lara, teklif edilen kurul ve mekanizmalarda da yer verilmedi. Bu haliyle teklif, iklim politikasında denetim ve şeffaflık sağlamaktan uzak kalıyor.
- Bilim insanları, küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlamak için emisyonların bugünden itibaren hızla azaltılması gerektiğini söylüyor. Ancak kanun teklifinde, sera gazı emisyonlarını bugünden itibaren azaltmayı taahhüt eden mutlak bir azaltım hedefi bulunmuyor. Türkiye'nin sera gazı emisyonlarını hangi seviyeye kadar ve hangi hızla azaltacağı net bir şekilde ortaya konmuyor.
- İklim değişikliğiyle mücadelede en önemli adım fosil yakıtların terk edilmesi. Ancak, kanun teklifi kömür, petrol ve gaz kullanımının sonlandırılmasına dair bir hedef içermiyor. Bunun yerine, azaltım yöntemleri olarak henüz uygulanabilirliği kanıtlanmamış karbon yakalama ve depolama gibi teknolojileri vurguluyor ve bu teknolojilerin gelişmesine dayanarak iklim değişikliğiyle mücadeleyi erteliyor.
- Teklif, esasen Emisyon Ticaret Sistemini düzenlemeye odaklanıyor. Ancak, sera gazı emisyonlarının azaltımını hedeflemeden devreye alınacak bir ETS, düşük karbon fiyatlarının oluştuğu, sığ bir emisyon piyasasına dönüşme riski taşıyor. Ayrıca, mevcut teklifle önerilen “denkleştirme” yöntemiyle tesisler, emisyonlarını azaltmak yerine fidan dikmek gibi uygulamalarla emisyon bedeli ödemekten kaçınabilir.
- Kömürlü termik santraller gibi fosil yakıta dayalı sektörlerin kademeli olarak ortadan kalkmasıyla etkilenecek çalışanların ve geçim kaynakları bu sektörlere dayalı olan hane halklarının mağdur olmaması için adil bir geçiş mekanizması kurulması gerekiyor. Ancak, kanun teklifinde adil geçiş kavramı yer alsa da buna yönelik somut bir mekanizma sunulmuyor.
- ETS'den elde edilecek gelirlerin çalışanlar ve hane halkları yararına kullanılmasına yönelik bir düzenleme bulunmuyor; gelirler yalnızca özel sektörün yeşil dönüşümüne ayrılıyor. Oysa iklim adaletinin bir gereği olarak iklim değişikliğinin olumsuz etkileri (taşkınlar, fırtınalar, orman yangınları vb.) nedeniyle bireylerin maruz kaldığı kayıp ve zararların karşılanmasına yönelik bir mekanizma tanımlanması ve bu mekanizmanın ETS gelirleriyle finanse edilmesi gerekiyor.
Birleşik Krallık Gelişmiş Araştırma ve Buluş Ajansı ARIA, iklim değişikliğinin kritik eşiklere ulaşmasını tespit edebilecek bir erken uyarı sisteminin geliştirilmesi için 81 milyon sterlin yani 3 milyar 750 milyon TL yatırım yapmayı planlıyor.
ARIA’dan yapılan basın açıklamasında, "Dünya sisteminin önemli bölümleri, önümüzdeki yüzyıl içinde iklim eşiğini aşma riskiyle karşı karşıya. Bu durum; biyoçeşitlilik, gıda güvenliği, tarım ve insanlık için ciddi sonuçlar doğurabilir ancak iklim sistemlerimizin uzun vadeli eğilimlerini anlamakta veya öz-yenileyici değişimlerin gelecekteki risklerini öngörmekte yetersiziz. Gözlem ve modelleme alanındaki uzmanlığımızı yenilikçi algılama sistemleriyle birleştirerek, uygun maliyetli, sürdürülebilir ve bilimsel olarak desteklenmiş bir erken uyarı sistemi konsepti geliştiriyoruz," dendi.
ARIA, iklim krizinin tetikleyebileceği en büyük felaketlerin öncül sinyallerini tespit etmek amacıyla 27 projeye yaklaşık 3 milyar 750 TL tahsis etti. Program, iki kritik eşiğe odaklanacak: AMOC olarak bildiğimiz Atlantik Meridyenel Devrilme Dolaşımı içindeki subpolar girdabın çökmesi ve Grönland buz tabakasının erimesi.
Okyanus akıntılarının çökmesi, hava durumunda aşırı değişikliklere ve gıda tedarikinde büyük sorunlara neden olurken, Grönland buz tabakasının erimesi deniz seviyesi yükselmesine yol açabilir.
ARIA program liderlerinden Sarah Bohndiek ve Gemma Bale, "Tsunamiler için izleme istasyonları kurduğumuz gibi, iklimin kritik dönüşümlerini erken tespit edebilmek için bir izleme ağı kurmayı amaçlıyoruz. Böylece karar alıcılara ani iklim değişikliğine karşı hazırlıklı olmaları için gerekli verileri sunabileceğiz," açıklamasında bulundular.
Bilim insanları, 16 iklim eşiği belirledi ve bazılarının zaten aşılmış olabileceğini öne sürüyor. ARIA, bu eşikleri 10 yıl öncesinden tahmin edebilecek bir sistem geliştirmeyi hedefliyor.
Global Systems Institute direktörü ve ARIA proje lideri Prof. Tim Lenton da, "Böyle bir uyarı sistemi, iklim eylemlerini hızlandırmak için dünya çapında büyük bir teşvik sağlayabilir. Bir eşiği tamamen önlemek mümkün olmasa bile, erken uyarı toplumlara hazırlanmak için zaman kazandırır," dedi.
Projeler arasında, Grönland'daki buz kaybını daha iyi anlamak için yüksek hızlı insansız hava aracı sistemleri geliştirmek de var. Grönland, dünyanın en hızlı eriyen noktası. Buz kaybı, Atlantik akıntıları ve balıkçılık için zincirleme etkiler yaratıyor.
Bir başka ekip, subpolar girdabını incelemek için dikey hareket eden okyanus gözlem cihazları geliştiriyor. Southampton Üniversitesi'nden Dr. Bieito Fernández Castro, "Subpolar girdabı çöker ise Birleşik Krallık ve Kuzey Avrupa, Kanada'ya benzer sert kışlar geçirebilirken, ABD'nin doğu sahili dramatik deniz seviyesi yükselişleri görebilir," dedi.
Ayrıca, daha güvenilir uyarı sinyallerinin belirlenmesi için gerçek dünya verilerine dayalı bilgisayar simülasyonları geliştirilecek. Dr. Reinhard Schiemann da bu bağlamda, "Eşikleri öngörmek zor bir görev ancak farklı disiplinlerden ekiplerin ortak çalışması bu projeyi benzersiz kılıyor," dedi.
Şimdi de İsveç’teki iklim adaleti aktivistlerinden gelen haberlere bakalım. Geçtiğimiz hafta İsveç Yüksek Mahkemesi ilk kez bir iklim davasıyla ilgili karar verdi!
Yüzlerce İsveçli gençten oluşan ve WYCJ İnisiyatifi'nin dostu olan ve Greta Thunberg’in de aralarında bulunduğu gençlik örgütü Aurora, İsveç Devleti'ne karşı yetersiz iklim önlemleri nedeniyle dava açmıştı. Geçtiğimiz Çarşamba günü, İsveç Yüksek Mahkemesi, davanın İsveç hukuk düzeninde görülemeyeceği kararını verdi ancak mahkeme, gelecekte benzer bir iklim davasının görülebileceğini de göz ardı etmiyor.
Yüksek Mahkeme, demokratik organlar bu konularda bağımsız olarak karar vermeden Parlamento veya hükümetin belirli eylemlerde bulunması gerektiğine karar veremeyeceğini ancak bireylerin sözleşme kapsamındaki haklarının ihlal edilip edilmediği sorusuyla ilgili farklı bir davanın görülebileceğini belirtiyor.
Adalete erişim demokrasinin çok önemli bir parçasıdır ve iktidardakileri yanlış iklim politikalarından sorumlu tutma olasılığı açısından önemlidir. Aurora, iklim adaleti için mücadelesine devam edecek ve Aurora'nın hukuk ekibi şimdi bir sonraki adımlara baktığını da öğrendik.
Greta demişken…. Çünkü hakkında söyleyecek aslında çok şey var; Greta, iklim krizini kapitalizm, sömürgecilik ve askeri endüstriyel kompleks ile ilişkilendirmeye başlar başlamaz BBC'de bile kendisiyle röportaj yapılmamaya başlandı. Özellikle çoğu zaman Küresel Güney'de tanık olduğumuz farklı baskı biçimleri olan kapitalizm ile sömürgecilik ve soykırım arasında bağlantı kurmaya başladığında ana akım medyadan da koptu. Aslında her zamankinden daha fazlasını yapıyor bu sıralarda, sadece kameraları artık ona çevirmiyorlar çünkü Greta, bu kesişimsel meselenin özüne iniyor ve yönetici sınıf bunun ortaya çıkmasını istemiyor. Aslında poşu giymeye başladığı anda artık eskisi kadar platformda yer almayacağını hepimiz biliyorduk.
Ayrıca Greta da, ben de ve diğer birçok genç iklim aktivisti de artık büyüdük. Greta, artık parlamentosunun önünde protesto gösterisi yapan 'cesur bir genç kız' değil. O şimdi sokaklarda mücadele veren, kendini savunan ve geri adım atmayan bir kadın oldu. Kameralar bizler küçükken, 'ilginç küçük bir çocukla' başa çıkabiliyordu ancak Greta adına söyleyebilirim; kendini güçlü bir şekilde ifade eden ve zeki bir kadınla başa çıkmaları artık çok zor. Bizler büyüdük ve küçük çocuklardan, tehdit unsurlarına dönmeye başladık.
Geçtiğimiz hafta Greta Oslo’daydı mesela. Greta’nın da aralarında olduğu Oslo'dan öğrenciler, denizcilik şirketi ve soykırım destekçisi Maersk'e karşı başlattıkları kampanya kapsamında, Palestinian Youth Movement yani Filistin Gençlik Hareketi'ne destek vermek için Kopenhag'a gittiler ve şirketin merkez binasını binden fazla aktivist dört saat boyunca gerçekten şahane organize olmuş şekilde kapatmayı başardılar. Maersk, dünyanın en kârlı denizcilik şirketlerinden biri olup, yalnızca geçen yıl ABD'den İsrail'e milyonlarca poundluk askeri kargo taşıdı. Öğrenciler, barışçıl bir protesto düzenlemelerine rağmen polis tarafından sert bir şekilde müdahaleye maruz kaldılar; biber gazı, göz yaşartıcı gaz, köpekler ve metal coplar kullanıldı. Filistin Gençlik Hareketi'nin talepleri net: Filistin halkına yönelik soykırıma suç ortaklığı yapan askeri kargo taşımacılığına son verilmesi ve Maersk'in ABD Savunma Bakanlığı ve İsrail Savunma Bakanlığı ile yaptığı anlaşmalar da dahil olmak üzere, savaş ve soykırımı destekleyen tüm sözleşmelerin feshedilmesi. Greta Thunberg, eylemleri sırasında yaptığı açıklamada; “Buradayız çünkü biliyoruz ki Maersk bunu kendiliğinden yapmayacak. İsrail'in Filistin'de bir soykırım gerçekleştirdiğine dair ezici kanıtlarımız var. İnsanlar uzun süredir direniş gösteriyor ancak hâlâ dinlenmiyorlar. Bu yüzden biz harekete geçiyoruz çünkü biliyoruz ki bu büyük şirketler yalnızca kârlarını önemsiyor. İşte bu yüzden vatandaşlar olarak demokratik görevimizi yerine getiriyor, doğru olan için, adalet için, özgür bir Filistin için ayağa kalkıyoruz. İşte bu yüzden şu anda Maersk'in önündeyiz!” dedi.
Evet, İklim Kuşağı Konuşuyor programının sonuna geldik yine. İklim adaleti artık görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek çünkü adaletsizlikler derinleşiyor ve birbirine daha da bağlanıyor. Ekonomik eşitsizlikten savaşlara, yerinden edilmekten gıda krizine kadar her şey iklim kriziyle kesişiyor ve en savunmasız olanları vuruyor. Biz gençler için bu mücadele sadece bir tercih değil, geleceğimizin ta kendisi— çünkü yaşanabilir bir dünya ancak adaletin her alanda sağlanmasıyla mümkün. İşte tam da bu yüzden, basının bu gerçekleri yayması hayati önem taşıyor ancak ana akım medya çoğu zaman sessiz kalıyor ve krizleri görmezden gelerek adaletsizliğin sürmesine katkıda bulunuyor.
Sizin için iki şarkı seçtim bugün; ilk olarak, geçtiğimiz Pazartesi günü Maersk Maclemore’dan Gazze için müzik endüstrisinin sessizliğine karşı gelerek yaptığı şarkısı "Hind’s Hall" ve sonrasında Black Pumas’dan Abbey Road Stüdyosu kayıtlarından "Colors" isimli şarkılarını dinliyoruz. Gelecek Cuma saat 14:00’te Apaçık Radyo’nun İklim Kuşağı Konuşuyor programında tekrar görüşene dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize iyi bakın.